10 Aralık 2015 Perşembe

Ben Bir Anne Doğurdum!

Blog yazmaya karar verdiğimde bir isim bulmam gerekiyordu. Aklıma ilk gelen isim bu oldu; Ben Bir Anne Doğurdum. Eşimle paylaştım, beğenmedi. Çevreme sordum beğenmediler. Emin olamadım ben de, kara kara düşündüm. Ay kaç gün isim aradım, en sonunda yazmayacağım ya daha isim bulamıyorum diye triplere girdim. Sonra bir tane buldum; Anne Koş Peşimden. Hatta açtım bu bloğu. Baktım baktım bir kaç gün, yok anacım içime sinmedi. Sonra dedim "Yaa kim ne derse desin ben ilk aklıma gelen ismi sevdim" ve ani bir kararla ilk seçtiğim isme geri döndüm.

Yaklaşık iki yıldır var bloğum ve defalarca ismi konusunda eleştiri aldım. Bloğun ismi üzerinden çocuğuma anne olma zorunluluğu dayattığımı iddia eden de oldu, oğlan doğursaydın ne yazacaktın diyen de :) Bloğunun ismini çaldığımı iddia eden, hatta bel altı vurup saçmalayanlar bile oldu! Bu süreçte hiç oturup da neden bu ismi seçtiğimi anlatmayı düşünmedim ama bu gün içimden geldi! Sebebini bilmiyorum ama merak ederseniz buyurun okuyun...

Anne olmak için bence çocuk doğurmak yeterli değildir. Annelik kadının kendi içinde yeniden yapılanmasını gerektiren bir durum. Nasıl ki hamilelik sürecinde kadının vücudunda bir sürü değişiklik oluşuyorsa, yavrusunu kucağına aldıktan sonra da ruhunda öyle büyük değişiklikler oluyor. O minicik, savunmasız bebekcik ona bakan kadının ruhunu alıyor, eviriyor çeviriyor ve bir anneye dönüştürüyor. Bu yüzden evlat edinen kadınlar da, tıpkı doğuran kadın kadar belki daha da fazla annedir. Annelik his işidir, yürek yangınıdır, akılla, mantıkla veya fiziksel zorunluluk sonucu "anne" olunmaz.

Ben kızımı kucağıma aldıktan sonra ruhumdaki bu değişimi çok net hissettim ve eminim ki çoğu kadın da hissetmiştir. Öyle sıcak, merhametli, sabırlı, sevecen, şükür dolu, şefkat dolu, fedakar, ve teslim olmuş bir hal ki bu hal, insanın hayatı yeniden anlamlandırmasına sebep oluyor. Ama bu yeni hal ile eski hal arasında çok büyük uçurum varsa olay bir süre sonra çatışmaya dönüşüyor. Bir an kucağındaki çocuğa şefkat dolu gözlerle bakarken, bir an sonra "off yapamıyorum, hiç bir şeye yetemiyorum" diye isyana girilebiliniyor.  İşte ben içimdeki kadının annelik ile mücadele ettiğini hissettim. Değişime tepki verdiğini gördüm. Bazen isyan ettiğini, eski haline dönmeye çalıştığını anladım.

Aynen çocuğumu doğurdum gibi, içimdeki anneyi de ben doğurmuştum ve nasıl çocuğumu büyütüyorsam onu da büyütmem gerekiyordu. Bazen isyan edecek bazen kaçmaya çalışacaktı belki ama o anneydi, yapmam gereken tek şey o anneliğe teslimiyetti. İşte buna çabaladım ve hala çabalıyorum. Bu gün geldiğim noktada sevinerek görüyorum ki, o eski isyan halleri çok azalmış, ruhum daha dingin ve teslim olmuş halde. Mutluyum tabii ama yolun daha çok başındayım. Daha neler göreceğiz kim bilir... 

Yani bu blog aslında Azra'nın büyüme sürecinden çok benim ruhumun çalkantılı anne olma sürecini anlatacaktı. Son kez şöyle açık açık yazayım; Azra ileride anne olacak diye değil bu isim, tamam mı? Anlaştık mı? :)





 
Devamını Oku »

3 Aralık 2015 Perşembe

Öğrenme ve Merak

Öğrenmek ve öğretmek...

İlk okul ve lise yıllarına şöyle bir göz atalım...

Toplumsal algımız her öğrenmede bir öğretenin olması gerektiği yönünde... Bir şey öğrenmek için mutlaka birine ihtiyaç duyuyoruz. Bu birileri büyük ihtimal ile bizim kendimize ait öğrenme şeklimizi bilmediğinden ve öğrenmek için bir ihtiyaç duymadığından, kendi bildiği yöntemle bir takım bilgileri kafamıza sokmaya çabalıyor. Çoğu zaman neyi öğreneceğimizi bile kendimiz seçemiyoruz. Müfredat  neyi öğrenmemiz gerektiğini ön görüyorsa onu öğrenmek zorunda kalıyoruz. Öğrenemiyor isek eğer, başarısız, yeteneksiz, kafası basmıyor oluyoruz. Şans eseri öğrenebiliyorsak veya belli kaygılar veya baskılar sonucunda gençliğimizden çalarak çalışıp sınavlarda yüksek puanlar alabiliyorsak, adam yerine konulup geleceği üzerinde düşünülebilen bireyler oluyoruz.

Çoğumuz (istisnalar hariç) istemediği bölüm bile olsa üniversiteye kapak atayım gerisi gelir diye düşünüyor. Sadece öğrenmek zorunda olduğun için girilen dersler, ezberlenilen binlerce kelime, anlamadan çözülen sorular, geçmek için verilen uğraşlar... Tabii mezun olduktan sonrası da hüsran. Tesadüfen girilen alakasız işler, sevmediği işlerde çalışan mutsuz insanlar... Belki kendini hiç bulamamış ve bulamayacak, isteklerini, arzularını bilemeyecek ama bunun bile farkında olmayan insanlar...

Oysa öğrenme böyle bir şey değil...

Şimdi eğer yakınlarınızda henüz hiç okula gitmemiş bir çocuk varsa ona bakın.. Yürüyor, konuşuyor, binlerce soru soruyor, sayı sayıyor, renkleri biliyor, resim çiziyor, şarkı söylüyor, hayal kuruyor, oyun kuruyor, aklınızın ucuna gelmeyecek enteresan fikirler üretiyor vs. Soruyorum size hangisini oturup öğrettiniz? Sayılıdır. Peki çocuk bunları öğrenirken ekstra bir çaba harcadı mı? Sanmıyorum. Çocuğunuzun sorularından bıktığınız dönem geçmiş veya gelecek olabilir, kim sorduruyor bu soruları? Ne sorduruyor? Neden çocuk sürekli yeni bir şeyler öğrenmek için olağan üstü bir çaba içerisinde? Peki ne oluyor da bu çocuk bir şeyler öğrenmek için gittiği okulda bir süre sonra hiç soru sormaz, ödev yapmaz, ders çalışmaz, okula gitmek istemez duruma geliyor? Eee ne güzel bir şeyler öğreniyorsun ya çocuğum, ne oldu?

Çocuğun içindeki öğrenme hevesi ve merak duygusu çürüyor, yok oluyor çünkü!

Neden?

Çocuğun merak etmesini sağlayan güdü, çocuğun içerisinden gelir. İçsel bir dürtüyle çocuk belli şeylerin peşinden koşan. Bu içsel dürtü öyle güçlüdür ki çocuk merak ettiği bir şeyi öğrenmek için saatlerce, günlerce ya da aylarca çaba gösterebilir. Mesela bir çocuk bitkilerin nasıl oluştuğunu merak etmiş olsun. Bu çocuğa öğretmeni rehberlik ederek bir tohum dikmesini, onu sulamasını tavsiye ederse ne olur?. Çocuk çok büyük ihtimalle bunu yapar, günlerce başında bekler, topraktan çıkan ilk filiz için delice sevinir, heyecandan kalbi çarpar. Sonra ona bakmaya devam eder. Belki çok büyüyünce bahçeye eker. Ve bunun bir ağaç olduğunu, ilk meyvesini verdiğini düşünün... Öyle bir mutluluk, öyle bir gurur ve öyle bir bilgi kaynağıdır ki o meyve, yediği başka hiçbir meyveden o tadı alamaz. Ve bu çocuk duramaz artık. Başka ağaçlar diker, yeni şeyler dener. Belki başarısızlık da yaşar ama yılmaz. O ilk filizi gördüğü anda o merak alevlenmiştir çünkü duramaz.

Bir de şöyle düşünelim... Bu bitkilere meraklı çocuğu öğretmen almış ve bir tahtanın karşısına oturtmuş olsun. Bak çocuğum bu tohum diyerek tahtaya bir tohum çizsin. Bu tohumu ekiyoruz, suluyoruz sonra bu tohum filizleniyor, ağaç oluyor, meyve veriyor desin. Sonra da şimdi sana ödev iki tane tohum ve o tohumlara ait ağaç yaprakları bul bir kağıda yapıştır bana getir diye çocuğu göndersin. O çocuk ne yapar? O tohumları arar mı? Belki. Yaprakları bulup yapıştırır mı? Belki. Peki bundan keyif alır mı? Hayır. Peki bir şey öğrenir mi???

Farklı bir açıdan daha düşünelim. Bitkilerle hiç alakası olmayan ve gökyüzünü merak eden bir çocuk olsun. Öğretmen bu çocuğa bir tohum verse ve bunu ek ve sula bakalım ne olacak derse ne olur? Hiç bir şey... O çocuk o tohumu ekmez!!!

Her çocuk ayrı bir bireydir, farklı şeyleri merak eder, farklı şekillerde öğrenir. Türkiye'deki eğitim sistemi maalesef bunu hiçe sayıyor. Sürü yetiştiriyor birey değil. Ama bizim çocuklarımız için yapabileceğimiz şeyler var!

Gözlerinde merak pıtırtılarını gördüğünüz ilk andan itibaren, çocuklarınıza rehberlik edin! Onları meraklarının peşinden sürükleyin! Sorduğunuz sorularla meraklarını arttırın. Okula da gitse peşini bırakmayın. Öğrenme hevesinin yok olmasına izin vermeyin....



Devamını Oku »

25 Kasım 2015 Çarşamba

Değişim!

"Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" Herakleitos

Lisede felsefe öğretmenim açıklamıştı; 10 saniye aralıkla aynı nehire girseniz de ne o nehir aynı nehir ne de siz aynı sizsiniz. Hayatta her şey her an bir değişim içindedir. Karşımıza çıkan fırsatlar o an içindir, ertelediğimizde aynı sonucu alamayız. 

Bu aralar tam anlamıyla bunu hissediyorum. Aslında Azra doğduktan sonra bir günümüz bir günümüze uymadı, yani sürekli bir değişim halindeyiz. Fakat bazı zamanlar vardır ki insanın düşüncelerinde hissedilir farklılıklar olur bir an. Bakış açısı değişir. Bir aydınlanma falan olur.. Öyle bir şey...

Geçen gün Azra ile sabah erken bir saatte dışarı çıktık. Hava bayağı soğuktu ama iyice giyinmiştik. Yürüye yürüye mahalledeki okulun önüne geldik. Okulun önünde sohbet eden iki beden öğretmeni vardı ki o çok apayrı bir konu bu yazıda değinip sinirlerimi bozmaya gerek yok. Beden eğitimi dersinde(!) olan komşumun kızını gördüm, biraz onunla konuştuk. Sanki onun dertleriyle kendi çocukluğuma döndüm. Aradan 15 sene geçmiş, öğrencilerin dertleri aynı! Ona veda edip uzaklaştık Azra ile ve daha önce gitmediğimiz bir park bulduk. Park terk edilmiş gibiydi. Eski, paslı bir kaydırağı, ahşap basamakları, bir tane yamuk salıncağı vardı. Gel kızım, dedim, burada oynayalım. 

Yerlere baktıkça çocukluğumu anımsadım daha da fazla. Mermer ve kiremit parçaları çalı çırpılar, küçük dallar, sopalar... Hemen oyun kurduk Azra ile. Mermer tencereler, kumdan pasta ve dal parçasından mum, yapraklardan tabaklar, mandal parçasından kaşık... Kaç kere mum üfledik, kaç kere pasta kestik bilmiyorum. Sonra bir mermer parçasının üzerine kiremitle yüz çizdim, o bebeğe yapraklardan yatak, giysi, şapka yaptık. Oyun alanı, yatak odası çizdik. Uyuttuk uyandırdık, giydirdik, soyduk, kitap bile okuttuk :) 

Zaman nasıl geçti bilmiyorum ama parmak uçlarımın donduğunu hissettiğimde hadi gidelim demek geldi aklıma.  Eve yürürken ben de Azra da çok mutluyduk. Sanki eksik bir şeyi tamamlamıştık. İşte bu! dedim kendi kendime. Hayal gücü...

Sanırım bu alanı çok ihmal etmişim ben. Onu bunu öğrensin diye bin bir çeşit etkinlik hazırlarken çok önemli bir şeyi gözden kaçırmışım. Çocuğun herhangi bir nesneden bir oyun kurabilmesi için onun önceden yapılandırılmış olmasına veya çok pahalı olmasına gerek yok! Sokakta bulduğun bir taş gayet güzel bir bebek olabilir! Belki çok para verdiklerinden bile güzel.. 

Eve gelir gelmez raflarımızda bir değişiklik yapmaya karar verdim. Zaten bir süredir Montessori etkinlikleri ile aramız bozuktu. Neden? Çünkü Azra etkinlikleri benim yapmasını amaçladığımın çok dışında kullanıyordu. Aktarma bardaklarını boşaltıp hayvanlara yatak yapıyor, tepsileri çevirip üzerlerinde zıplıyor, silindirleri çıkarıp oraya buraya saklıyordu. Sürekli onu uyarırken buluyordum kendimi. Baktım bu durum canımı sıkıyor, bir süre yapmayayım bir şey dedim. 

İşte o gün eve geldiğimde  kararımı verdim. Tamamen faklı bir şey deneyecektim. Yazın denizden topladığımız ama bir kavanoza doldurup süs yaptığımız taşları çıkardım. Dolapta bir gün bir şey yaparım diye duran geri dönüşüm ıvır zıvırlarını kutulara koydum. Biriktirdiğim kapaklar, sünger parçaları, kumaşlar, ipler gibi ne varsa sepetlere koydum. Azra ile dışarı çıkıp biraz dal yaprak topladık onları da koydum. Ceviz kabukları, yulaf, ahşap bloklar, parmak kuklalar ve oyuncak çay takımlarına da yer buldum. Bir kenara da boyalarını yapıştırıcılarını, renkli kağıtları ve evaları koydum. Sonra geçtim şöyle karşıdan baktım... İşte bu!
İçim rahatladı resmen mutlu oldum. Bu ilk çektiğim resim tabii sonradan değişti ve değişmeye devam edecek. Çünkü Azra her gün büyüyor ve ihtiyaçları değişiyor. Odası da onunla birlikte büyüyor ve anlamlanıyor. Şuan odamızda Montessori'ye ait sadece iki materyal var. Pembe kule ve kahverengi merdiven. Onları da amaçlarının dışında kullanıyoruz ama zaman ne gösterir bilinmez. 

Bu arada bu düzenlemeyi yaptıktan sonra " Aaa bu Reggio ya benzedi" dedim. Sadece bir kaç sınıf resminden tanıdığım bu eğitim metodunu da biraz inceledim ama üzerinde yazı yazacak kadar bilmiyorum henüz. Sadece şunu söyleyeyim, çocuğun kendi merakı üzerinden yola çıkılıyor. Yani çocuk ne istiyorsa onu çalışıyor. Herhangi bir müfredat yada izlenecek yol yok! Çok güzel değil mi?

Şimdi oyunlarımız çok farklı. Azrayı izliyorum. O neye yönelirse onunla bir oyun kuruyoruz. Çoğu zaman beni şaşırtıyor, değişik şeyler yapıyor. 

Bu arada iki üç aydır hazırlayıp kaldırdığım bir çok raf etkinliği resmi çekilmiş, bloğa koyulmayı bekliyor ama koymayacağım. Ben buraya inanmadığım hiç bir şeyi yazmadım ve yazmayacağım. Şuan onların gerekli olduğuna inanmıyorum. Onun öğrenmesini istediğim ve öğrenebileceğini düşündüğün şeyleri ona sunmak yerine, merakını takip ederek ihtiyaç duyduğu bilgiyi sunmaya karar verdim!! En iyi yolu çocuğun kendisi gösteriyor.

Annelik maceram farklı bir yönde devam ediyor, bakalım başımıza daha neler gelecek? :)

Not: Resimleri bloğa koymak için çekmemiştim, telefonun kamerası ancak bu kadar çekiyor, kusura bakmayın!
Devamını Oku »

7 Kasım 2015 Cumartesi

Kuzum İki Yaşında

Uzun zamandır yoktum ortalarda... Önce bunun sebebini anlatayım. 

Annelik his işidir. Buna hep inandım. Zorda kaldığımda hep hislerime güvendim. Çünkü akıl bir yere kadar götürüyor. 

Yaklaşık iki ay önce Azra'ya bir şeyler olmaya başladı. Önce hırçınlaştı. Evde bir şeyleri döküp saçmaya ve zarar vermeye başladı. Her şeye ağlar oldu. Sonra altına çiş kaçırmaya başladı. Kaka problemimiz zaten vardı, onu abarttı ve bir hafta kakasını yapmamaya başladı. Başta kafam karıştı. Yahu noldu şimdi bu çocuğa? Döküp saçma olayları öyle bir hale geldi ki orayı burayı temizlemekten başka hiçbir şey yapamaz oldum! Sürekli kendi kendime söylenip söylenip evde dolanıyordum. Kafam yerinde değildi. 

Çiş kaçırma durumu bir kaç gün içinde arttı. Neredeyse her çişini altına yapıyor, tuvalete götürmek istediğimde reddediyordu. Ben hala anlayamamıştım sebebini. Acaba idrar yollarında mı sıkıntı var? Acaba iki yaş sendromunu mu abarttı bu kız? Acaba karakteri böyle hırçın mı olacak? Benim tepkilerimi mi deniyor? gibi sorular kafamda dönüyordu. 

Bir gün ben mutfağı toparlarken birden "anne" dedi. Döndüm baktım. Efendim kızım dememe kalmadı gözümün içine bakarak yere çömeldi ve çişini yaptı. Ben öyle kaldım. Bir anda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Bu bir işaretti! İçinde bir yerde bir sorun vardı! Onda değil bende bir hata vardı! Ben bir şeyleri gözden kaçırıyordum ve Azra bana bunu anlatmaya çalışıyordu. Bu çok net bir "işaret" idi.

Sakince Azrayı yıkadım, üstünü giydirdim, yerleri temizledim. Azrayı öğlen uykusuna yatırdım. Yatağa uzandım ve olan biteni kafamda canlandırmaya başladım. Ben ne yapıyordum, Azra ne yapıyordu! Kendi hislerimi, düşüncelerimi gözden geçirmeye başladım. Birden bire şunu fark ettim. Ben Azra ile gerçekten ilgilenmiyorum. Nasıl yani? Yani evet Azra'nın yanındayım, oyun oynuyorum ama kafamda bugün bloğa ne yazsam düşüncesi var. Evet Azra ileyim ama beş dakikada bir İnstagrama göz atıyorum. Tuvalete gidiyorum elimde telefon. Yemek yapıyorum arada bir telefona bakıyorum. Azra uyusa hemen bilgisayarın başındayım. Sürekli yeni bir şey araştırıyorum. Oyun oynuyoruz, resim çekmeye çabalıyorum. Elimde sürekli ya kamera var ya telefon!!!

Bunları düşününce dehşete kapıldım! Zaten zamanımızın çoğu ev işleri ve yemekle geçiyor kalanınıda ben bilgisayar ve telefon başında mı geçiriyorum? Evet oyun oynuyoruz ama kız anlamıyor mu kafamın yerinde olmadığını? Öyle bir hissediyor ki beni, öyle bir etkileniyor ki!

Anında telefonu elime aldım İnstagramı sildim, Facebook'u sildim, Messenger'i sildim. Bir süre blogdan da uzak durma kararı aldım! Kızıma odaklanacaktım. Eskisi gibi. Onunla zaman geçirirken başka hiç bir şey düşünmeyecektim! Onun isteklerini ve ihtiyaçlarını ertelemeyecektim. 

Tüm programları telefondan sildikten yaklaşık bir saat sonra şunu fark ettim ki elim sürekli telefona gidiyor! Ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlamaya başladım! Ve abartmıyorum ertesi gün Azra o kadar sakin bir çocuk oldu ki inanamazsınız! Bir günde çocuk çiş olayını kesti. Eşyalara zarar vermekten vazgeçti. Sadece bir günde çocuk kendine geldi. 

Evet sosyal medya çok cazibeli. Güzel şeyler öğreniyorum, değişik kişilerin hayatlarını takip ediyorum,  kendi yaşadıklarımı paylaşıyorum! Ama hayat akıp gidiyor! Kim ne yapmış derken dibimdeki küçük kızımın neler yaptığını fark edemiyorum. Gölgemde büyüyen küçük tohumumun ihtiyaçlarını göz ardı ediyorum. Onun yeşerip filizlenmesi için yemek su kadar önemli bir etken daha var, "anne sevgisi ve ilgisi". Eğer ondan "ben"i çalarsam ona haksızlıkların en büyüğünü yapmış olmaz mıyım? 

Yani sözün kısası kızım için bir süre inzivaya çekildim ve çok şükür şuan her şey yolunda! İnstagramı bir daha açmayacağım. Facebookda da çok sınırlı bir paylaşım içindeyim. Bloğa devam edeceğim çünkü burası hem kızım için ileride güzel bir hediye olacak, hem şuana kadar çok emeğim var hemde yazacaklarımı merak eden çok özel  takipçilerim var. Genelde gece uyumadan önce kendi zamanımdan çalıp yazacağım ama sanırım eskisi kadar aktif olamayabilirim. 

Bu arada yazımın başlığında bahsettim! Azra artık iki yaşında. Kendi istekleri, düşünceleri, kararları olan, biraz çılgın, bayağı komik, azcık atarlı, çokça sempatik, tatlı mı tatlı bir küçük hanımefendi oldu kendisi! 

Bloğa yazamadığım süreç içerisinde memeden kesildi (kendi kendine) ve kendi yatağında uyumaya başladı(şimdiye kadar benim yanımda yatıyordu). Ayrıca öğlen uykularını çoğunlukla uyumuyor. Öğlen uyuduğu zaman da gece yarısına kadar oturuyor. Yemek konusu artık çok ciddi bir şekilde gündemimizde. Şimdiye kadar hep anne sütüne sonsuz güvenen ben, çok bocalıyorum. Ne pişirsem diye her gün karaları bağlıyorum. Çok yemek seçiyor, saygı duymaya çalışıyorum ama bazen içimden "Bu tabak bitecekkk!" diye isyan etmek isteyen bir tarafım hortluyor! Şimdilik bastırıyorum kendisini :)

Ah benim minik kızım... Bir bilsen içimden sana doğru akan hisleri.. Hep her şeyin doğrusunu yapmaya çabalıyorum. Buna çabaladıkça daha çok hata yapıyorum. Bazen karamsarlığa kapılıyorum. Ben iyi bir anne değilim ağıtları yakıyorum. Senin hayatında hiç sıkıntı olmasın, hiç üzüntü olmasın diye uğraşıyorum. Ama biliyorum ki mükemmel anne diye bir şey yoktur ve sen de her insan gibi sıkıntı ve üzüntü yaşayacaksın! İçinde keşkelerin olacak, hayal kırıklıkların olacak. Bazen kendine kızacaksın, bazen diğer herkese...

Şunu bil ki meleğim, ne olursan ol annen hep yanında olacak. Seni yargılamadan, küçük düşürmeden, ezmeden, aşağılamadan, gözlerinin içine bakıp seni dinleyecek ve derdini anlamaya çalışacak! Allah nefes verdiği sürece istediğin an elimi tutabilir istediğinde bırakabilir, zamanı geldiğinde çok uzaklara gidip, başın sıkışınca koynuma girebilirsin! Hayatta en büyük isteğim; Allah senin ruhunu kim olarak yarattıysa öyle kalabilmen... Kimsenin (ben ve baban da dahil) o eşsiz ruhunu değiştirmesine izin verme!!!

Seni çok seviyoruz meleğim...



Devamını Oku »

29 Eylül 2015 Salı

Montessori-Mini Ev Okulu / Raf Etkinlikleri - 22 Ay/2

Atık sık sık yazı yazamaz oldum. Azra'cım sağolsun uyku saatleri dışında saniye boş kalamıyorum ki! Uyuyunca da yemekmiş temizlikmiş uğraşıp duruyorum. Bir koşturmaca şeklinde geçip gidiyor hayat. Raflarımız dolu aslında, yazılacak şeyler de birikti! Bir yerden başlayayım. 


Raflarımızda bu hafta çok tatlı üç tane tırtıl vardı :) Bozuk para yardımıyla çok kolay çizip boyadım ve renkli ponponlarla da birleştirince zevkli bir etkinlik oldu. Azra kolayca renk eşleştirmeleri yapıyor. Sayıları yeni yeni tanıtıyorum. Bir, iki, üç diye sayıyoruz ama henüz ondan saymasını beklemiyorum tabii. 


Mandalla pamuk aktarma hazırladım ama Azra hiç sevmedi. Bir kere yaptı bıraktı. Kelebek ahşap yapbozumuz da raflarımızda duran hazır oyuncaklarımızdan ama henüz Azra tam olarak yapamıyor. Çıkarıp takmaya çabalıyor şimdilik.


Hayvan kartlarından eşleştirme hazırladım kuzucuğa. İki parçalarını da sabitlemedim. Zorlandı biraz birleştirirken. Eşlerini seçiyor ama nasıl birleştireceğini şaşırıyor. 
Tak takı İkea dan almıştık. Çok çeşitli şekillerde kullanıyoruz, seviyoruz.


Bu ahşap yapbozları da seviyoruz. Şekilli olanı yapamaz sanıyordum ama hiç zorlanmadı. Şaşırtıyor beni kuzucum.


Pirinç aktarma bu haftanın favorisiydi. Çok uzun uzun oynadık. Diğer etkinliğimiz de tabaklığa lastik takmaca. Çalışsın minik parmaklar...


Devamını Oku »

18 Eylül 2015 Cuma

"Oyun Çocuğun İşidir" Maria Montessori


Oyun, oyun, oyun...

Çocuk için oyun çok önemli demeyeceğim çünkü onun için hayat oyundan ibaret! Sokakta yürümek, koltukta oturmak, tuvalete gitmek bile birer oyun! Bunun farkında olmak çok önemli çünkü çocuk bu oyunlar sayesinde hayatı tanıyor, kendini tanıyor, çevreyi tanıyor, iyiyi kötüyü öğreniyor, davranış kazanıyor vs vs... Ne kadar engelsiz oyun oynayabilirse kendini o kadar geliştiriyor. 

Oyunun en önemli unsurları özgürce ve kendiliğinden yapılıyor olması. Yani çocuğu yönlendirerek yapılan davranışlar onunla oyun oynamak değil onu oynatmak oluyor ki çocuk bundan pek hoşlanmıyor! Mesela çocukla oynarken al şimdi bebeği uyut, bebeği yedir, hadi şimdi yıka demek doğru değil! Bunun yerine oyun oynayan yetişkin bebeği kendi uyutma, yedirmeli, içirmeli ki çocuk bunları görsün ve taklit ederek uygulasın. 

Oyun hareket becerilerini, konsantrasyonu, dengeyi, el göz koordinasyonunu ve duyuları da geliştiriyor. Yani o bilinçsizce koşuşturuyormuş gibi görünen çocuğun aslında önemli bir işi var, bedenini tanıyor ve geliştiriyor! Bu aralar Azra da sürekli atlamalı, zıplamalı oyunlar istiyor. Koltukların üzerinden yere atlıyor. Bu içerisinden gelen itici güçle oluyor biliyorum ve elimden geldiğince engellememeye çalışıyorum. Tabii tehlikeli durumlarda uyarıyorum yada engelliyorum. Özellikle parka götürmek çok önemli. Yalnız parkta da ne ile oynayacağını yada ne ile vakit geçireceğini kendi seçmeli. Çocuk o gün sadece kumla oynamak istiyorsa, gel seni sallayayım, ay şuradan da kay, yok buna bin gibi müdahaleler çok gereksiz. Çocuğu serbest bırakınca zaten o parktan alacağını alıyor. 

Oyunun önemli bir özelliği de sosyalleşme sağlaması. Çocuklar oyun yoluyla birbirleriyle etkileşime geçiyorlar. Bir oyuncak için yapılan mücadele bile sosyal iletişim becerilerini geliştiriyor. Oyunlarda kuklaları konuşturmak, hayvanları konuşturmak yoluyla doğru davranışların tanıtılması da yine sosyal hayata katkı sağlıyor. Ayırca çocuk yaşamın kurallarını oyun yoluyla öğreniyor. Adaleti, hakkı, sıra beklemeyi, saygılı olmayı vs. 

Oyun denilince bir de oyuncak konusu var tabii. Günümüzde oyuncaklar o kadar fazla ki insan hangisini alsın hangisini almasın şaşırıyor! Ben bu konuda çuvalladım sayılır. İlk başta çok oyuncağımız yoktu ama sonradan kendi heveslerime yenik düşerek bayağı bir oyuncak doldurdum evi! Şu anda gelin görün ki Azra bebekler dışında hiç bir oyuncağa ilgi göstermiyor. Varsa yoksa raf etkinlikleri bir de raflarına koyduğum ahşap oyuncaklar! Süreç bana gösterdi ki oyun için oyuncak gerekli değil! Hatta şu basılıp ses çıkaran abidik gubidik oyuncaklarla oynamak oyun bile değil bence, zaman geçirmek sadece! 

Bir süredir Azra'nın oyun davranışlarında belirgin farklılıklar gözlemliyorum. Aslında oyun davranışları ile ilgili farklı sınıflandırmalar var ama ben kendi gözlemlerimden bahsedeceğim. Azra ilk başlarda keşfetmeye yönelik oyunlar oynuyordu. Yani bir şeyleri alıp fırlatma, yere vurma, ısırma, itme, çekme gibi... Sonra başkalarının oyunlarını gözlemlemeye başladı. Ben bir şey yaptığımda dikkatlice bakıyor sonra bir gün yaptığımı tekrarlamaya çalışıyordu. Başka bir çocukla olduğunda onu inceliyordu. Sonra başkalarının oyunlarına katılmaya başladı. Yani ben kule yaparken gelip yıkmak yerine, o da bir küp koyuyordu. Ya da bebeklerle oynuyorsam o da bir bebek alıp sallıyordu. Şimdi ise o oyun kurmaya başladı. Yani benim daha önce yapmadığım ve anlayamadığım şeyler yapıyor. Mesela küpleri değişik şekillerde dizip bir şeyler yapıyor, anlayamıyorum ne yaptığını. Kendi kendine vakit geçirebilmeye başladı. Tabii bu çok uzun sürmüyor!


Bir de baştan beri bebeklere çok düşkün Azra. Sanırım bebekleri kendinin bir parçası gibi algılıyor. Mesela ben bebeği alıp kucağımda dans ettirdiğimde çok mutlu oluyor. Bu yüzden bebeklere çok iyi davranıyoruz. Azra nasılsa onlar da öyle :) Yemek yerler, uyurlar, oynarlar. Bazen Azra bilerek onları bir yerden düşürüyor mesela ağlatıyor ve nasıl davranacağımı gözlemliyor! Şevkatli bir şekilde kucağıma alıp sarılırsam çok mutlu oluyor. 


Yeni favorilerimizden biride kartondan yaptığım şu küçük kula evleri. Sıkılmadan 1 saat benim o kuklaları oynatmamı izleyebiliyor! Kendi de katılıyor. Onları ve hatta tüm hayvanlarını kapıdan geçiriyor, camdan baktırıyor, uyutuyor, oyun oynatıyor. Bir de kalemle kartonun üzerine bir şeyler çiziyor. Yatak çiziyormuş mesela, çizip üzerine yatırıyor kuklayı, şiişşşt diyor. Anlayamadığım bazı şeyler de yapıyor çizip çizip :) Bu kadar basit bir şeyi böyle çok sevdiğini görünce o bir sürü paralar bayıldığımız oyuncakları fırlatıp atasım geliyor! Zaten artık oyuncak almadan önce kılı kırk yarma kararı aldım. Gerçekten gerekli olduğunu düşünmediğim hiç bir oyuncağı almayacağım! Buraya da yazayım da geri adım atmayayım :) Hakikaten oyuncakçıya girince Azra değil ben kendimi kaybediyorum :)

Aslında oyunla ilgili yazılacak çok şey var ama Azra uyurken bu kadarını yazabildim bu günlük :) Bir daha ki yazımda görüşmek dileğiyle...


Devamını Oku »

3 Eylül 2015 Perşembe

Montessori-Mini Ev Okulu / Raf Etkinlikleri - 22 Ay


Ne kadar oldu görüşmeyeli sevgili bloğum? Başıma gelenleri sosyal medyada paylaştım, burada bir daha yazmayacağım. Neyse şükür kavuşturana... Bu süreçte bayağı etkinlik yaptık aslında ama resimlerin bir kısmı kayboldu. Olanlardan paylaşacağım.

Öncelikle odamızı değiştirdim. Büyük yatağı çıkardım, canlı çiçekler getirdim ve pencerenin önünü açtım. Güneş ışığı alan ferah ve geniş bir oda oldu ve iyice sınıfa benzedi :) Rafımız diklemesine duruyordu, yataylaştırdım. Hem daha geniş kullanım alanı oldu hem de boyu kısaldı. Azra tüm raflara ulaşabiliyor artık.

Azra mandal açmayı kapamayı ve takmayı öğrendi. Klasik ahşap mandalları değil de bu plastik olanları takabiliyor. Ben de bunu raflarda nasıl kullanırım dedim, aklıma bu ahtapotçuğu yapmak geldi. Kendisine saçlar takacaktık. Azra bir kere gösterdiğimde yaptı, sonra hepsini rulonun içine doldurdu ve bir daha eline almadı. Nedenini anlamadım ama sevmedi. Israr etmedim ben de 3 gün sonra kaldırdım.


Çorap eşleştirme ve giymeye çalışma etkinliği. Bu arada önümüzdeki yazılarda Montessori'nin bazı temel derslerini anlatacağım. Yere serili olan kilim de onlardan biri!


Daha önce boyacıdan aldığım eski bir renk kartelasıyla renk eşleştirme yaptım. Henüz raflarımızda duruyor ama pek ilgilenmedi küçük hanım. Ben zorlanır sandım ama aslında eşini bulabiliyor. Sadece yapmak istemiyor. 


Büyük küçük kavramını çok net öğrenmiş durumdayız. Büyük "uuuuuuuuuuvv" demek :) Bu daireleri de sıralama için yaptım. Önce güzelce sıraladık. Sonra baktım Azra bunları büküyor, katlamaya çalışıyor. Bekledim ne yapacak diye. En büyüğünü katladı, sardı, dürüm gibi yaptı sonra birden bire ısırdı :) Yavrum bunları krep sandı a dostlar :) İçim sızladı, aç bu çocuk heralde diyerekten hemen krepleri yaptım kuzuma. Ben genelde pekmezli tarçınlı yapıyorum bu renge yakın oluyor yani napsın çocuk :)


Maşa ile ponponları yumurta kutusuna aktarma. Gayet başarılı olduğumuz ve sevdiğimiz bir etkinliktir kendisi :)


Renkli makarnaları aktarma. Bunu da seviyor. Getirip götürme işini de zevkle yapıyor kuzum.

Makasla kesme. Parmak kasları açısından makas kullanmak çok önemli. Bir nevi yazmaya hazırlık alıştırması. Rafında duruyor, arada bir alıp kesmeye çalışıyor. Makas güvenli, el kesmiyor. Kağıdı ben tutunca daha güzel kesiyor.


Bu da Azra'nın çok sevdiği bir etkinlik oldu. Hem sayılara giriş hem de ince motor gelişimi destekleyici bir aktivite. Kağıt bardakların üzerlerini kaplayıp sayılar yazdım. Üstlerine de sayı kadar delik açtım. Deliklere çay karıştırma çubukları geçirdik. Çubuklar çok ince olduğu için çok da basit değil yapmak. 

Bir kaç şey daha var aslında ama henüz resimlerini çekemedim. Bir dahaki yazımda onları da yazarım İnşallah.

Sağlıcakla kalın...
Devamını Oku »

18 Ağustos 2015 Salı

Kirlenmek İhtiyaçtır!


Çocuklar doğdukları andan itibaren dünyayı keşfetmek ve anlamlandırmak için bitmek tükenmek bilmeyen bir çaba içerisine giriyorlar. Yetişkinlerin anlamlandıramayacağı şekilde tüm eşyalara dokunmaya, ağızlarına almaya, burunlarına sokmaya, fırlatıp ses çıkarmaya çabalıyorlar. Öyle bir enerjileri var ki; neredeyse tüm gün hareket halindeler. Bütün bunları içlerinden gelen karşıkonulmaz bir dürtü sayesinde yapıyorlar. 

Allah çocuğun öğrenmesi için onun içerisine bir takım itici güçler yerleştirmiş. İstese de duramıyor çocuk çünkü doğası gereği öğrenmek zorunda. Bu öğrenme sürecinde çocuğun kullandığı en temel araç duyuları! Tadıyor, kokluyor, dinliyor, izliyor, hissediyor ve öğreniyor! 

Daha önceki yazılarımda da bu konudan çok bahsetmiştim aslında. Çocuğu serbest bırakmak, keşfetmesine izin vermek vs. Ama havada kalıyor söylediklerim gibi geliyor hep. Çünkü dışarı çıktığımda öyle tablolarla karşılaşıyorum ki inanamıyorum. Çocuk yerden taş aldı diye bas bas bağıranı mı dersin, çocuk üstünü ıslattı diye eline vuranı mı, parkta çocuğun peşinde ıslak mendille gezeni mi, o kadar çok örnek var ki! Bana ise acıyan gözlerle bakıyorlar genelde :)

Benim kız yerlerde yuvarlanıyor, çamurlarla oynuyor, sulara giriyor, kumlarla boğuşuyor, ben de keyifle onu izliyorum genelde(ağzına bir şey attığında hafif panikleyebiliyorum). Yaşadığım çevrede bu bence gayet doğal olan durum sorumsuzluk olarak görülüyor. Yakında çocuklarını Azra ile oynatmazlarsa şaşırmayacağım :) Yavrum o çocuk pis, oynama onla falan :) Her şey olabilir. 

Peki ben neden böyleyim? Yani kim ister ki her dışarı çıktıktan sonra eve gelip bir ton banyo, çamaşır işi yapmayı? Kim ister boyalara bulanmış çocuğu temizlemek için insan üstü bir çaba harcamayı? Yada her yemek sonrası iki saat temizlikle uğraşmayı kim ister? Deli miyim ben? Canıma mı susadım? Aklımı peynir ekmekle mi yedim? Başka işim mi yok? Çocuğumu sokakta mı buldum da pisliklere atıyorum? Çok mu rahatım? Sorumsuz muyum?
Ah ah... Çok şükür ki aklım başımda! 

Aslına bakarsanız bütün bu çaba beni çok yoruyor gerçekten! Akşam nasıl yattığımı bilmiyorum çoğunlukla. Ama çabalıyorum çünkü biliyorum ki bütün bu hengamenin arkasında çok büyük bir amaç var; ÖĞRENMEK! Bunu öyle iyi biliyorum ki, yaşadığım her şeye şükrediyorum :) Evet bazen Azra olmadık zamanda olmadık pis bir iş çıkardığında bir an sinirlenebiliyorum, modum düşebiliyor, çaresiz hissedebiliyorum çünkü insanım! Ama durup düşündüğümde gülümsüyorum. Bu onun işi! Ne yapacaktı çocuk? Biblo gibi bir köşede oturacak değil ya! Etrafıma baktığımda eli kolu bağlı büyütülmüş, içinde hiç bir merak duygusu, öğrenme isteği kalmamış çocukları gördüğümde, dayan diyorum Özlem, doğru yoldasın dayan! Bu yüzden, Azra'nın gün içindeki kirletmeleri yetmezmiş gibi, arada bir böyle dağıtmalı, pis etkinlikler hazırlıyorum. Ve kendimden emin bir şekilde söylüyorum ki "KİRLENMEK İHTİYAÇTIR!"


Kirlenelim, güzelleşelim konulu bu çalışmamız için mekan olarak balkonu seçtim. Yere resim kağıtları yapıştırdım. Nişasta ile suyu pişirip içlerine ayrı ayrı gıda boyaları kattım ve büyük kaplara koydum! Kamyon, banyo süngeri, halı yıkama fırçası, tenis topları gibi malzemeleri de kenara ekledim. Azra bütün bunları heyecanlı bir şekilde izledi, bekledi. Resim çekeceğim dediğimde hemen oturdu poz verdi :) Bir an önce olaya dalmak istiyordu.

Önce ayaklarımızla başladık. Boya biraz kaydığı için ben elinden tutarak yürüttüm. Kayma olayı da çok hoşuna gitti. Kabın içinde dans etti, kağıtta denge çalışmaları yaptı :)

Yürüdükçe arkasından çıkan izlere baktı, ben de renklerini söyledim." Baksana ayaklarıma kırmızı kırmızı! İzler seni takip ediyor, koş bakalım!" gibi...



Kamyonun tekerleklerinin iz çıkardığını da gösterdim. Pek ilgilenmedi! Kendi ayaklarının izi daha hoşuna gitti :)


 Uzun süre kağıt üzerinde elleriyle ayaklarıyla şekiller yaptıktan sonra oturdu ve boyaları önüne aldı. Sonrası daha bir kirli :) Dayanamayacaksanız devamını okumayın!!

Eller, ayaklar, kaplar, toplar... Her şey boyanmış durumda.

İşte bence mutluluğun resmi bu ya!!! Bu kadar basit! Bunu görmek bile her şeye değmez mi?

Ve son olarak "Gölde Bir Küçük Kurbağa" adlı sanatsal çalışmam :)

Oynamamız yaklaşık 1,5 saat sürdü, Sonra kağıtları kaldırdım, sadece bir tanesini hatıra olarak sakladım. Balkona hortumu çektim, sıcak su da akıyor! Çocuk havuzunu doldurdum, Azra'yı içine koydum. O suyla oynarken ben balkonu yıkadım. Sonra şampuanı getirip Azra'yı da oracıkta bir güzel yıkadım. Azra'daki yerdeki ve kıyafetlerdeki boyalar hiç zorlanmadan çıktı ama duvarlara sürülen ve hemen temizlemediğim bir kaç küçük leke kaldı.

Hazırlama, oynama, temizleme toplam 3 saat sürdü. Bu süreçte o kadar çok eğlendik ki anlatamam. Halı fırçasıyla oynayıp yüzüne boyaları sıçrattığında kahkahalarla güldük! Yerlere yattık :) Boyaları kağıda döküp üzerinde buz pateni bile yaptık. Çoğunda resim çekemedim ama hepsi çok güzeldi!

İyi ki varsın kızım!!!! 

Devamını Oku »

Anne-Kız Açık Hava Etkinlikleri Vol.1 :)


Havalar çok sıcak, dışarıyı bırak balkona bile çıkamıyoruz. Ben çamaşır asarken bile Azra içeride bekliyor, yerler sıcak diye :) Çocuk evde bunaldı resmen. Tabii ben de!

Geçen sabah erken kalktım baktım hava çok güzel, hafif serin. Hemen bir kaç krep yaptım, yedek kıyafetli ve etkinlikli bir çanta hazırladım, kuzuyu kaptım, kendimi çimenlere attım.

Çimenler henüz nemliydi, mis gibi toprak kokusu vardı. En sevdiğim kokuların başında gelir toprak ve çimen kokusu. Alır beni hemen çocukluğuma götürürler. Söğüt ağacının dalında 4 kız yaptığımız muhabbetler, dedikodular, çamur pastalarımız, ağacın üzerinde attığımız taklalar, definecilik, öğretmencilik ve en sevdiğim oyun; Tarzancılık :) Neyse...

Kuytu köşe bir yere oturduk Azra ile ve keyifli bir kahvaltı yaptık. Tabii çok uzun süremedi kahvaltımız, hemen oraya buraya koşturmaya başladık :) Bana kalsa rahat iki saat otururdum öyle ama nerede... Hanım efendi kurtlu! Sofrayı toplayıp, sırt çantamı aldım. Biraz keşif yaptık. Bu sırada güzel bulduğumuz çiçekleri, dalları yaprakları topladık. Çöp bulunca çöpe atmayı ihmal etmedik!  
Sonra yanımda getirdiğim tebeşirleri çıkardım, duvarlara biraz renk katalım dedim :) A harfini biraz vurgulayayım diye düşünerek, ağaç, ay dede, araba, armut çizdim. Azra, Anne ve Anneanne yazdım. Azra da çizmeyi en çok sevdiği şeyi çizdi; Uçak. Güya uçuyormuş, uuuuvv uuuuv diye her yeri karalıyor, al sana uçak :) Bide anne, baba ve Azra çiziyor :) Hepimiz düz birer çizgiyiz onun dünyasında şimdilik. Bakalım kafamız, kolumuz, bacağımız ne zaman gelecek! Duvar sanatından sıkılıp,  yerlere geçtik.

Yerdeki döşeme taşları tek tek boyayalım dedim ama pek ilgilenmedi. Renkleri konuşalım dedim ıh ıh. Bir kaç karıncayı inceleyip boyamaya çalıştı. En son baktım tebeşirleri yemeye başlıyor, hemen toparladım, hoop çantaya! 



Sonra yanımda getirdiğim resim kağıdına topladığımız malzemeleri yapıştırıp, güzel bir çalışma elde ettik. Gerçi Azra yapıştırdığı gibi sökme işlemini de yapıyor. Bundan dolayı pek kalıcı bir sanat çalışması olmadı :)


Favori oyuncaklarımız olmazsa olmaz. İneklerimizi, koyunlarımız otlattık, hoplattık zıplattık

Sonra meyve eşliğinde kitap okuduk :) Benim için en keyifli bölüm buydu. Azra ile kitap okumayı çok seviyorum. Aslında genelde büyük resimli kitaplara bakıyordu ama son bir kaç gündür hikaye kitaplarını da dinlemeye başladı. Arada kafası esip kitabı pat diye kapatabiliyor ama olsun :)

Sonra Azra'nın en sevdiği bölüme geçtik, su oyunları. Şişeyi doldurup doldurup ağaçları suladı. 5647887 tekrardan sonra, ben artık bir köşede erimişken, şişeyi getirip bana teslim etti, çok şükür :)

Parka uğramadan eve geçmek de olmaz tabii, yakışık almaz! Azra oldum olası parkta en çok salıncağı seviyor! Bir bindimi en az 15dk sallanıyor, sonra ondan inip yandakine biniyor! Sallanmaktan bıkınca sallamaya başlıyor bir de! 

Tabii sadece salıncakla kalmıyoruz, parkta yapılabilecek bütün kuduruklukları da yapıp eve dönüyoruz. 

Sabah 9 da çıktık evden ancak 13:30da döndük. Eve gelir gelmez duş ve uyku kaçınılmazdı. Aslında genelde de buna yakın şeyler yapıyoruz ama bu kadar uzun durmuyoruz dışarıda. Kitap okuma olayı özellikle çok hoşuma gitti, mutlaka tekrarlarız! 

Minik meleğim büyüyor... 
Devamını Oku »

13 Ağustos 2015 Perşembe

Minik Sanatçı

 Uzun zamandır Azra ile sanat çalışmaları yapamıyorduk. Çünkü ya boyayı yiyordu, ya hamuru. Kalemleri gözüne sokuyor, kağıtları yırtıp atıyor, duvarları, koltukları boyuyordu. Sürekli uyararak etkinlik yapmak istemediğimden bir süre uzak tuttum onu boyalardan, hamurlardan. Geçen gün kırtasiyede çevir aç mum boya gördüm. Çok beğendim, bunu yiyemez diye aldım. Hakikaten yemedi ve çok sevdi :) Hatta masasının üzerindeki kalemliğe koydum, kağıt hariç hiç bir yere de sürmeye kalkışmadı.

Bunun üzerine ben de artık sanat çalışmalarına da başlama kararı aldım. Aslında Montessori'de sanat üzerinde çok yoğunlaşılmıyor. Yani sınıflarda boya kalemlerini, tuvalleri çok göremezsiniz. Sanata ağırlık veren eğitim sistemi Waldorf. Montessoriye göre daha soyut ve yaratıcılığa yönelik materyaller kullanılıyor. Her türlü sanatsal alanda çocuklar destekleniyor. Maria Montessori çocukların 0-6 yaş döneminde soyut kavramlara henüz hazır olmadıklarını, masalların bile 7 yaş sonrasında yararlı olduğunu savunuyordu. Büyüklük, ağırlık gibi soyut kavramları bile kullandığı materyaller ile somutlaştırmıştı. Sanata giriş niteliğinde makasla kesme, yapıştırma, kalem tutma, renkleri ve renklerin tonlarını öğrenme, renk karışımlarını öğrenme gibi çalışmalar yapıyordu. Ben bu konuda biraz daha geniş olmak gerektiğini ve çocuğun sanat konusunda özgür olması ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bundan sonra ara ara sanat çalışmalarımıza da yer vereceğiz İnşallah.

 Tatilde denizden topladığımız taşları sulu boya ile boyadık. Azra ortaya çıkan taşları çok beğendi. Eve gelen herkese gösterdi :)

 Bunlarda ev yapımı oyun hamurlarımız. Ben un tuz su ve yağ ile pişirmeden yapıyorum ama farklı bir tarif gördüm bir dahakine onu yapacağım. Hamurun yanına pipetler, kurdeleler, çubuklar ve gözler koydum. Ayrıca bir oklava ve plastik bıçak da getirdim. Uzun süre oynadık, canavarlar yaptık.

Michelangelo gibi boyamak :) Pinterestte çok gördüğüm bir yöntemdi. Çok heves etmiştim kısmet bugüneymiş. Masanın altına kağıtlar yapıştırdım. Azra altına yattı ve boyadık birlikte. Resmen bayıldık :) Azra gidip gelip masanın altına giriyor artık. 
Devamını Oku »

6 Ağustos 2015 Perşembe

Montessori-Mini Ev Okulu / Raf Etkinlikleri - 21 Ay/ Eşleştirme - Ayrıştırma

Raf etkinliklerimizde bu hafta eşleştirme ve renk ayrıştırma faaliyetlerine ağırlık verdim. Azra bu tarz etkinlikleri pek sevmiyordu ama yeni yeni ilgilenmeye başladı. Ben de bunu fırsat bilerek aklımdaki bir kaç şeyi hazırladım. 

Bu ne zamandır aklımda olan bir etkinlik, tabii yaparken aklımdakine yeni yeni şeyler de ekliyorum, sonuç daha güzel oluyor. Renk ayrıştırma, daire şeklini öğrenme, yüz ifadelerini tanıma ve büyük küçük kavramını pekiştirme açısında güzel bir etkinlik oldu. Ayrıca cırt cırtları tutup sökme ve yapıştırma yaparak da parmak kaslarımızı kuvvetlendiriyoruz. Bir de yapıştırırken adamın kafasının yönü, kıyafetinin yönü gibi detayları da fark etmeye çalışıyoruz. Daireleri evadan kestim, üzerlerine kalemle yüzler ve kıyafetler çizdim. Arkalarına cırt cırt yapıştırdım. Arka planı şeffaf kurabiye kutusunun (pastanelerin verdiği) kapağının üzerine şekiller çizerek yaptım. Kapağın arka tarafını renkli el işi kağıtlarıyla kapladım. Azra'nın da benimde çok hoşumuza gitti bu adamcıklar :)


Daha önceki sayılardan birinde Meraklı Minik dergisinin verdiği kartlardan bazılarını ortadan kestim ve yarılarını bir kartonun üzerine yapıştırdım. Azra'ya daha önce böyle bir etkinlik sunmamıştım. Pek şaşırmadı ve eşlerini rahatlıkla buldu. Yalnız yerleştirmede biraz problem yaşadı. Bazen kartın üstüne bıraktı, bazen ters yerleştirdi :)

Bu da yine Meraklı Minik kartları ve küçük hayvancıklarla yaptığımız bir eşleştirme oyunu. Azra bu hayvanlarla oynamaya doyamıyor, her yere onları da götürüyor.

 Bu daha önce yaptığım bir eşleştirme oyunu. Bu hafta yine raflarımızda yerini aldı. Arabaları seven çocukların özellikle ilgisini çekecektir. Arabaların çıktısını alıp pvc ile kaplamıştım. Yolu kaplamayı beceremedim biraz kırışık oldu :) Olsun iş gördü sonuçta.


Kullanmadığım bir kahvaltılığın içine el işi kağıtlarını yapıştırıp, ortasına da uygun renklerde ponponlar koydum. Azra henüz hepsini doğru yapamıyor, hepsini bir kutucuğa doldurmayı tercih ediyor :)

Bu da hazır bir ürün, şekilleri tanıtmak amaçlı. Yalnız ben boşlukları sulu boya ile üstünün renginde boyadım ve Azra için daha kolay bir hale getirdim. Hepsi ahşap rengi olunca eşleştiremiyordu. Şimdi hepsini tanıyor, bazen yerlerine koymakta zorlanıyor.
Devamını Oku »