6 Mayıs 2016 Cuma

Çalınan Çocukluk

Çocukluğun fiziksel olarak geçip gitmiş olabilir ama duygu ve hisler boyutunda o hep orada! Arada bir, o tanıdık kokuyla gülümser sana, yada bir aşina bir sese karışır yoklar seni. Eğer sen çok kapılmışsan hayatın telaşına çok ısrar etmez, kapını çalıp kaçar. Yok eğer vaktin varsa biraz, döker avucundakileri önüne oynar seninle tasasızca. Ruhuna etki eder bu oyun, çocuğuna bakışına tesir eder. Daha bir sevecen olursun bir anlığına, daha çok anlarsın yavrunun minik dünyasını. Belki küçük anlarda girebilirsin onun çocukluğuna ve dokunursun tatlı bir his olarak hayatının her anına. 

Ya da hiç bilmezsin bunları, çocukluğunu kapının önünden kovalar, yaşar gidersin yetişkinlik kalıplarının arasında. Çocuğun yerde kiremitten bir hazine bulup heyecandan havalara uçarken sen "at onu elinden piis piis" diye bağırırsın ve yıkarsın bir anda onu ve onun tertemiz çocukluğunu! Elleri kirlenecekti belki ama temiz kalacaktı anısı. Yetişkinliğinde bir gün bir yerde kiremit parçası gördüğünde bu benim hazinemdi diyecekti, çocukluğuna sarılıp oynayacaktı oysa ki!

Sıyrıl hayatın telaşından, stresinden. Arada bir de olsa, sallan salıncakta. Topla en güzel kokan çiçekleri, hediye et sevdiğine. Kiremit topla ez, çorba yap, pasta yap. Dallardan evler, taşlardan insanlar yap. Karıncaları incele, bulutları seyret. Yağmurda ıslan korkmadan, çimenlerde yuvarlan. Anlamsızca gül kahkahalarla, yada ağla istediğin kadar. Dünün, yarının derdi olmadan yaşa, bir anlığına da olsa.

Gör kendini çocuğunun gözünde, hisset onu! Sen de onun kadardın bir zamanlar, sen de tasasızca oyun oynardın! Umurunda olmazdı ellerinin kiri, varsa yoksa bugün ne kadar oynadığındı önemli

Ve eğer sen yapamazsan bunu bugün, o da yapamayacak yetişkin olduğunda.

Çocuğunun çocukluğunu ondan çalma!
Devamını Oku »

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Biri Bizi Yedirsin!

Bu bir derdime derman arama yazısıdır. Derdimin çaresini bilenlerin acil olarak benimle paylaşmaları gerekmektedir. Aksi taktirde pek yakında eriyip gideceğim!

Mutfağa girmek istemiyorum arkadaş! Kısaca konu bu! Ne yemek yapmak ne de yemek geliyor içimden. Zorunluluktan yapıyorum ne yapıyorsam valla ya!

Eskiden severdim aslında mutfak işini. Böyle değişik tarifler falan denerdim. Ben de ailem de her yemeği sevdiğimiz için yakmadığım sürece problem olmazdı. Yerdik yani, güzel günlerdi. Ne zaman evlendim, işte o zaman mutfak maceralarım kötü sonuçlanmaya başladı. Çünkü çook çok yemek seçen bir eşe sahiptim. 

Çocukken bile yemek seçen arkadaşlarımla küsen ben yemek seçmenin doruklarında yaşayan biriyle evlenmiştim. Sanırım bu kaderin bir cilvesiydi. Aynı mutfakta peynire, süte, yoğurda aşık ben ve bunları ağzına sürmeyen eşim; karnabahara, bamyaya, pırasaya bayılan ben ve taze fasulyeden başka sebze yemeyen eşim, bütün çorbaları yiyebilen ben ve mercimek çorbası ve ezogelinden başka çorba yemeyen eşim, bütün sütlü tatlıları hamur işlerini seven ben, benim tek yiyemediğim tatlı türü olan şerbetli tatlılardan başka tatlı yemeyen eşim birlikte bir şeyler yemeye çabalamaya başladık. Kahve içelim diyorum sevmiyor, şöyle güzel bir mantı yapayım diyorum, burun kıvırıyor, tavaya yumurta kırayım diyorum, iyice karıştırıp pişirirsen olur diyor, bildiğin kabus gibiydi.

Hani böyle hayaller kurarsın, müthiş bir sofra, yeni evli çift mum ışığında yiyor falan, bizde hiç öyle bir şey olmadı! Yemek konusunda hep stres olduğumdan hiç özenli sofralar hazırlayamadım. İkimizin ortak sevdiği fırında tavuk ve makarna, kavurma ve pilav ikilileri resmen hayat kurtarıcıydı. Zaten çalıştığımız için öğlenleri farklı şeyler yiyebiliyordum ama işten çıkınca daha da kötü oldu. Aynı şeyleri yemekten bıktım usandım. Neyse evdeydim, başka işim de yoktu, kendime de ekstradan sebze pişiriyordum, tatlı yapıyordum idare ediyordum.

Gel gelelim hamile kaldım ve dedim ki, "Benim çocuğum yemek seçmeyecek! İzin vermem arkadaş. Zorla da olsa tabağında ne varsa yiyecek". Eşim "Bak büyük konuşma, bilemezsin" dedikçe ben " Bu yetiştirmeyle alakalı bir şey görürsün" dedim ve direttim. Çok umutluydum!

Doğum yaptım, Azra bol bol emiyordu, sütüm de vardı, her şey güzeldi. Hamileyken her şeyi yediğim için damak tadı alışmış olurdu zaten ek gıdalarda hiç problem yaşamazdık! 6. aya geldik, ben bir heves bir şeyler denetiyorum, yok arkadaş, küçücük bebek yüzüme baka baka tükürüyor! Yeni olduğu içindir biraz zaman geçsin, bekle bekle, bir yaşına kadar neredeyse doğru düzgün hiç bir şey yemedi. 1 yaşında biraz biraz başladı yemeye ama öyle bir seçiyor ki anlatamam. Süt içmiyor, sebze yemiyor, tatlıları ve hamur işlerini seviyor, tavuk biraz yiyor, yumurtayı zorla yediriyorum vs. 

Eşim durur mu "bak gördün mü kız da bildiğin yemek seçiyor" dedikçe ben "yok yok o değişir, daha bebek" diye diretmeye devam ediyordum. Geldik iki yaşına, memeyi bıraktık. Bende bir umut, bir umut, artık yer her şeyi diyorum, nasılsa acıkacak. Yok anacım yemediii yemediii yemiyooor.

Sebze yemeğini zar zor yediriyorum, bazılarını hiç yemiyor. Et yemiyor, köfte zar zor. Tavuğu bazen yiyor, tadını severse. Balığı seviyor çok şükür, o yedikçe ben mutlu oluyorum :) Yumurtayı rafadan yiyor ama çok severek de değil. Hamur işine bayılıyor. Sevdiği yemekleri sevdiği şekilde istiyor, farklı bir şey katarsam yemiyor (aynı babası). Yoğurdu yiyor çok şükür ama peynir yemiyor. Bol bol süt içiyor, sütlü tatlıları, dondurmayı seviyor. Makarna da her zamanki gibi kurtarıcımız! Sevdiği bir şeyi üst üste yaparsam da yemiyor. En kötüsü de yeni bir yemek yaptığımda eğer daha önce görmemişse tadına bile bakmıyor! Allah'tan babası tadına bakmadan yememek yok diye bir kural koydu da biraz kurtardık! Kural bu diyoruz, çok istemese de bakıyor tadına :) "Pedagoglar her bireyin ayrı damak tadı var, zorlamayın" diye bangır bangır da bağırdığından zorlayamıyorum, kaderimde varmış ne diyeyim, kabul ettim, kızım da yemek seçiyor!

Bütün bunları toplayıp yan yana koyduğumda, bizim evde mutfağa girip yemek yapmak tam bir çin işkencesine dönüşüyor benim için. Her gün kahvaltıda ayrı düşün, öğlen ayrı düşün, akşam ayrı düşün, çıldırmak üzereyim. Böyle canım bazen haşlanmış brokoli, üzerine limonlu sarımsaklı sos istiyor mesela üşeniyorum. Kaç tane ayrı yemek pişireceğim ben! Bıraksalar beni hiç yemeyeceğim valla o derece. Zaten 47 kilo ile kendi tarihimin en düşük kilosundayım uzun zamandır. 

Diyeceğim o dur ki; bana bir yol gösterin ne olur! Mutfağı kendime nasıl cazip hale getirebilirim? Kek yap falan demeyin çünkü yapıyorum bir tek ben yiyorum, daha çok moralim bozuluyor. Elimin tadı da güzeldir bu arada ama o da gidecek elimden bu gidişle. Ne yapsam ki???

Devamını Oku »

3 Mayıs 2016 Salı

Neden Artık Etkinlik Yapmıyoruz?

Yazmayı öyle çok özledim ki...
Peki neredeydin be kadın?
Hep bir bahane mi ürettim yoksa gerçekten vakit mi bulamadım bilemiyorum ama yazamadım işte. Böyle olması gerekiyordu belki de. Geçen zaman içinde bol bol okudum, bol bol gezdim, bol bol konuştum ve bol bol değiştim.

Uzun lafın kısası şimdi buradayım ve ne yazacağımı bilmez halde ekrana bakıyorum. Aslında kafamda öyle çok şey var ki... Sanırım nereden başlayacağımı bilmiyorum ama bir şeyler deneyeceğim. Hadi Bismillah...

Öncelikle Azra'dan bahsedeyim. Kendisi artık tam 2,5 yaşında bol bol gülen, dans eden, akrobasi yapan, kitap okutan, evcilik oynatan, arasıra iktidarı eline almaya çalışan, sakin yapısının içinde bir çılgın barındıran, sevecen ve uyumlu bir minnakto. Her anımız dolu dolu geçiyor birlikte. Çok yoruluyorum çoğu zaman, yattığım yeri bilmiyorum. Hatta bazen çıldırmamak için kendimle mücadele veriyorum. Fakat çok şükür ki artık daha sakinim. Birlikte büyüyoruz meleğimle.

Ben buralarda yokken bloğum boş durmamış sağolsun, okunmuş. Özellikle Montessori etkinlikleri çok ilgi görmüş. Ancak şimdi yazacağım bu yazı, daha önce bloğumu okumuş herkesi şaşırtabilir. Aslında son yazılarımda hafif çıtlatmışım ama şimdi açık açık yazacağım. Hazır mısınız?

Azra 6 aylık olduktan ve bir şeyler anlamaya başladıktan sonra bir telaşa kapıldım. Kızımın zihinsel gelişimi için bir şeyler yapmam gerekiyor düşüncesiyle soluğu internette aldım. 1 yaşına kadar araştırdım araştırdım ve sonunda hadi artık başlayalım diyerek onunla düzenli etkinlikler yapmaya başladım. Montessori eğitiimini daha önce de duymuş olmama rağmen bu dönemde iyice öğrendim ve uygulamaya başladım. Çok güzel gidiyordu, çok zevk alıyordum.

Etkinlikleri buradan yazınca çok güzel tepkiler alıyordum. Sen çok iyi bir annesin, kızın çok şanslı dedikçe insanlar ben daha bir hevesle yapmaya devam ediyordum. Tabii bu arada Montessori yönteminin olmazsa olmaz materyallerini alma ihtiyacı duyuyor ve Azra küçük olduğu için sürekli kendimi tutuyordum. Fakat dayanamadım, pembe kule ve kahverengi merdiveni aldım. Odasını öyle bir hazırladım ki çoğu anaokulu sınıfından donanımlı hale getirdim. Montessori yöntemi tüm evimize ve hayatımıza da işlemişti, memnundum.

Tüm bunlar olurken Azra birden bire değişmeye başladı. Önce materyalleri dağıtmaya başladı. Şimdiye kadar tepsi getirip götüren kız büyüdükçe tepsileri savurup atmaya başladı. Nazikçe uyarıyor ve düzenliyordum. Sonra işler çığrından çıkmaya başladı, neredeyse bütün malzemeleri farklı farklı kullanıyor, hiç bir etkinliği gösterdiğim gibi yapmak istemiyordu. Aktarma için koyduğum ürünler en fazla 5 dakika rafta duruyor sonra odanın her tarafına saçılıyordu. 

Kendi kendime oturup üzülüyordum. Bir şeyi yanlış mı yapıyorum, neden olmuyor? Yaklaşık iki ay böyle bocaladım. Azra iki yaşını doldurduktan sonra bir gün parkta oynarken Azra'nın hayal gücünü keşfettim ve var olan düzenimi sorguladım. Bu süreci detaylı bir şekilde anlatmıştım. O gün parkta yaşadığımız oyun deneyimi beni afallattı. Etkinlik etkinlik diye tutturduğum şeylerin aslında oyun olmadığını hissettim. Onlar sanki benim dayatmalarımdı. Oyun başka bir şeydi, spontane gelişen, bir şey öğretme amacı gütmeyen ve tamamen hayal gücüne dayanan bir şey.

Bir süre kendime sordum, peki bunca zaman yapmaya çalıştığın şey neydi? Madem yanlıştı neden şimdi anladın? Montessori yöntemini o kadar benimsemiştin, hararetli hararetli anlatmıştın, şimdi ne oldu?

Hepimizin elinde olan teknoloji, aslında bizim hayatlarımızı yönlendiriyor. Beni sürekli bir şey yapmak zorunda hissettiren şey elimdeki teknolojiden başkası değildi. Sürekli diğer anneleri takip ediyor, yaptıkları etkinlikleri görüyor ve olması gerekeni bu sanıyordum. Montessori materyalleri, kapış kapış satılıyor, almayanlar üzülüyor, herkesin evi okula dönüşmeye başlıyordu. Aldığım yorumlardan da anlıyordum ki diğer anneler de beni takip ederek aynı şeyi düşünüyor hatta etkinlik yapamayanlar kara kara düşünüp çareler arıyorlardı. Oyun Atölyeleri de bu amaçla kurulmuş yapılardı. Evde kendi etkinlik hazırlayamayanlar, çocuklarıyla buralara gidip kendilerini avutuyorlardı. Ne kadar erken başlasam o kadar iyi diye düşünüyordu herkes. Hatta bir gün bir takipçim kızının 16 aylık olduğunu ve henüz etkinlik yapmaya başlamadıklarını söyleyip, "çok mu geç kaldım? "diye sormuştu. 

Şimdi açık açık söylüyorum düşüncelerimi: Ey anneler gözünüzü açın! Kandırılıyoruz. Benimde birebir kuklası olduğum bu sistem aslında sadece bir ticaret ağı. İnsanların zaaflarını, çocuklarınıa olan sevgilerini kullanarak onları tüketmeye heveslendiren bir sistemden başka bir şey değil!

Maria Montessori'nin çok güzel, çok doğru tespitleri var, bunlara asla karşı değilim. Hala evimde uyguladığım, çocuğa bir birey olarak değer verme, onun ihtiyaçlarını kendi giderebilmesine olanak sağlama, çevresini ona uygun düzenleme gibi ilkeleri gerçekten her anne babanın bilmesi gereken şeyler. Fakat asıl önemli olan ilkeler bir kenara atılıyor ve varsa yoksa etkinlik, varsa yoksa materyal peşine düşülüyor. Çünkü insanların gözü boyanıyor. Kızım 14 aylık salata yaptı, 16 aylık oğlum pembe kuleyi dizdi bilmem ne... 

Ayakkabıcılık oynarken :)
Her çocuk farklı, hepsi öğrenecek, sadece engellemeyin yeter! Bir çocuğun öğrenebilmesinin altında yatan en büyük neden meraktır. Merak ettiği zaman öğrenir, siz ona sunduğunuz zaman değil! Rahat olun anneler lütfen rahat olun. Sizden, tüm bu süreçlerden geçmiş ve gözü açılmış bir anne olarak rica ediyorum, rahat olun!

Çocuğum geri kaldı, bir şeyler öğreteyim diye telaşlanmayın! Asıl korkmanız gereken şey, çocuğunuzun ruhu! Onu incitmemek onu bozmamak için çabalayın! Başka bir şeye gerek yok!

Biz artık etkinlik yapmıyoruz, oyun oynuyoruz. Aklımıza ne gelirse, elimizde hangi materyal varsa oynuyoruz. Azra isterse boyama yapıyoruz, isterse takla atıyoruz. Odası hala bir düzen içerisinde ama artık raf etkinlikleri yerine ilgilendiği oyuncakları var. Öyle ışıklı sesli ıvır zıvır oyuncaklar değil, minyatür hayvanlar, ahşap bloklar, legolar, parmak kuklalar, mutfak malzemeleri ve olmazsa olmazımız; bebekler :) Bol bol da kitabımız var. 

Azrayı bol bol arkadaşlı ortamlara sokmaya çalışıyorum. Diğer çocuklarla etkileşime geçsin istiyorum. En iyi arkadaşımız her zaman ki gibi Eylül Ada :) Çoğu zaman yapıları gereği anlaşamasalar da birlikte olmak onlara çok çok iyi geliyor, e tabii Arzu abla ile bana da :)

Azra bu aralar hareket döneminde ve sürekli koşmak, atlayıp zıplamak istiyor. Bol bol dışarı çıkıyoruz. Evde olunca da parkurlar hazırlıyoruz. İhtiyacı ve istediği bu çünkü. Bir de taklit oyunlarından hoşlanıyor, evcilik de diyebiliriz bunlara. Favorimiz; doktorculuk :) Kuaförcülük, ayakkabıcılık, kitapçılık, oyuncakçılık, anne babacılık, aşçılık da sık sık oynadığımız oyunlardan bazıları. Bir de artık malzemelerimiz var bir kutuda. Bazen de onlarla yeni şeyler üretiyoruz. 

Diyeceğim o dur ki insan değişiyor ve değişmeli de. Bu blog benim öğrenme sürecimi kapsadığı için hiç bir yazımı kaldırmayacağım ama bundan sonra bloğumun içeriğinin değişeceğini düşünüyorum. Ne yönde gidecek zaman gösterir.

İnşallah bol yazılı dönemimin başlangıcı olur bu post :)

Sevgiyle...




Devamını Oku »